ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 18 (1)
Volume: 18  Issue: 1 - 2014
BAŞMAKALE
1.What's next?
Dilek Güldal
doi: 10.2399/tahd.14.00001  Page 1
Abstract

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.The frequency of cerumen in Bogazl›yan Area
Ali Yüksel
doi: 10.2399/tahd.14.52971  Pages 2 - 4
Amaç: Boğazlıyan ve çevresinde yaşayan nüfusta buşon görülme sıklığını, buşon olgularının bazı klinik ve demografik özelliklerini tespit etmek. Yöntem: Mayıs 2012-Mayıs 2013 tarihleri arasında Kulak Burun Boğaz polikliniğine başvuran ve otoskopik değerlendirme yapılan 8203 hasta çalışmaya alındı. Buşon birikiminin varlığı ve etkilenen kulak saptandı; yaşa ve cinsiyete göre irdelendi. Buşon dışında yabancı cisimlerle ilgili bilgiler de kayıt edildi. Bulgular: 8203 hastanın 1123’ünde (%13.7) buşon tespit edildi. Buşon prevalansı 18 yaş altında %10.2, 18-65 yaş grubunda %13.0 ve 65 yaş üstü hastalarda %23.2 olarak saptandı. Yaş arttıkça buşon görülme sıklığı artmaktaydı (p<0.05). Buşonlar hastaların 573’ünde (%51.0) tek, 550’sinde (%49.0) ise çift taraşı idi. Tek taraşı buşonların yüzde 52.9’u sağ, yüzde 47.1’i ise sol tarafta izlendi. Ancak bu farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Dış kulak yolunda yabancı cisim görülme yıllık prevalansı %0.9 olarak hesaplandı. Sonuç: Devlet Hastanesi KBB polikliniğine başvuran hastalar bağlamında Boğazlıyan ve çevresinde buşon görülme sıklığı %13.7’dir. Yaş ilerledikçe buşon görülme sıklığı artmaktadır..
Objective: To determine the frequency of cerumen and some clinical and epidemiological features of cerumen cases in Bo¤azl›yan area. Methods: 8203 people attending to Ear Nose and Throat outpatient clinic, and underwent otoscopic examination between May 2012 and May 2013 were included in the study. The existence of cerumen impaction and affected side were recorded and analysed according to age and gender. Additionally, foreign bodies were also recorded. Results: Cerumen was detected in 1123 patients (13.7%). The frequency of cerumen was 10.2% among patients younger than 18 years old, 13.0% between 18-65 years old and 23.2% among patients older than 65 years old. There was positive correlation between the frequency of cerumen and age. The cerumens were unilateral in 573 patients (51%) and bilateral in 550 patients (49%). Of unilateral cerumens 52.9% were in the right ear and 47.1% in the left ear. However there was no statistically significant difference between two ears. The frequency of foreign body in the external auditory canal was detected as 0.9%. Conclusions: The frequency of cerumen has been detected as 13.7% in Bo¤azl›yan area among the patients attended to Ear Nose and Throat outpatient clinics of State Hospital. The frequency of cerumen increases with increased age.

3.Assessment of workload and human capacity of family physicians in Manisa province in 2011
Ziya Tay, Ayşe Nur Tuncal, Gonca Atasoylu, Mustafa Sertel, Galip Köroğlu
doi: 10.2399/tahd.13.58561  Pages 5 - 15
Amaç: Manisa ilindeki aile hekimliği birimlerinde 2011 yılında sunulan hizmetler ve kayıtlı nüfusun sayısal olarak değerlendirilmesi; bölge ve ülke verisiyle karşılaştırılması; kayıtlı hizmetlere göre iş yükünün incelenmesi ve ideal birim hizmet süreleri göz önüne alınarak gereken aile hekimi sayısının belirlenmesidir. Yöntem: Araştırma, 2012 yılında yürütülmüş kesitsel bir çalışmadır. Aile hekimleri ve hizmetlerine yönelik veri Manisa-AHBS’den derlenmiş; sayma ve karar verme arayüzleri için php-Oracle ortamları kullanılmıştır. Yıllık iş yükü ve iş gücü açığı, her hizmet türü için Bakanlık veya araştırmacı tarafından belirlenen süre ile yıllık fiili çalışma süresi dikkate alınarak hesaplanmıştır. Tanımlayıcı istatistikler yüzde ve aritmetik ortalama±standart sapma olarak verilmiştir. Çözümlemede SPSS for Windows 15.0 programından yararlanılmıştır. Verilerin analizinde ki-kare ve bağımsız gruplarda t testi kullanılmıştır. Bulgular: Aile hekimlerinin (n=378) %74.9’u erkek, yaş ortalaması 44.5±5.7’dir. Aile sağlığı merkezlerinin (n=154) %53.2’si, hekimlerinin %28.8’i kırsal bölgededir. Aile hekimlerinin %51.9’u, nüfusun %18.4’ünü oluşturan gezici nüfusa (n=242.402) hizmet sunmaktadır. Aile hekimlerinin ortalama nüfusu 3486.6±465.9; bebek sayısı 47.1±18.2; 15-49 yaş kadın 915.4±176.4; 65 yaş ve üzeri nüfusu 324.2±116.6’dır. Aile hekimlerinin 2011’de sunduğu hizmetlerin (n=6.272.831) %56.1’i poliklinik, %24.0’ü laboratuvar+poliklinik, %7.1’i aşılama, %12.8’i izlemlerdir. Aile hekimi başına ortalama günlük poliklinik sayısı 60.2, aşılama 5.4, bebek izlem 1.4, çocuk izlem 1.6, gebe izlem 1.3, kadın/aile planlaması izlem 4.3, lohusa izlem 0.4, obezite izlem 0.7'dir. Manisa'da gebeler 5.1, bebekler 6.9; 1-5 yaş çocuklar 1.5; lohusalar 1.6; 15-49 yaş kadınlar 1.0 ortalama ile aile hekimleri tarafından izlenmişlerdir. Kişi başına yıllık ortalama poliklinik sayısı 4.3’tür. Nüfusun %75.7’si poliklinik hizmetinden yararlanmıştır. Yararlananların %40.0’ı 1-5 kere hizmet almıştır. Yıllık poliklinik ortalamaları 0 yaşta 3.2; 65 yaş ve üzerinde 7.4’tür. Üretilen hizmete göre, ilde bulunması gereken aile hekimi sayısı 446 olarak belirlenmiştir. Sonuç: AH’lerinin iş yükünün %80’ini poliklinik hizmetleri oluşturmaktadır. Bu oran %76.8’lik KDS 2011 Türkiye ve %70’lik Birleşik Krallık 2006/2007 iş yükü araştırması verisinden yüksektir. Manisa’daki AH’leri günlük ortalama 60 başvuruyu karşılamakta olup; Birleşik Krallık’ta bu sayı 35’tir. AH’lerinin kayıtlı nüfus planlanmasında hizmete en çok ihtiyaç duyan gruplar dikkate alınmalıdır. Yöneylem çalışmaları için aile sağlığı personelinin de dahil edildiği çalışana özel iş yükü ve performans değerlendirilmelerine ihtiyaç duyulmaktadır
Objective: To perform a quantitative assessment of services and registered population in Manisa province in 2011; compare with regional and country data; investigate workload according to registered services and determine the necessary number of family physicians by considering ideal time necessary to perform each service. Methods: The research is a crossectional study performed in 2012. Data on family physicians and their services were collected from Manisa-AHBS; php-Oracle media were used for counting and decision making. Annual workload and shortage of labor were computed considering average time for each service determined by Ministry of Health or by the researcher and annual actual working hours. SPSS for Windows 15.0 was used for analysis. The data were analyzed by chi-square and t-test for independent samples. Results: Of family physicians (FPs), 74.9% (n=378) were men, average age was 44.5±5.7. Fifty three point two percent of Family Health Centers (n=154) and %28.8 of FPs were in rural areas. Fifty one point nine percent of FPs deliver services for mobile population (n=242,402) making up 18.4% of total population. FPs' average population number was 3486.6±465.9 (avarage number of infants 47.1±18.2; 15-49 year old women 915.4±176.4; 65 year and older people 324.2± 116.6). Of all services delivered by FPs in 2011 (n=6,272,831), 56.1% was physical examinations, 24.0% laboratory+physical examinations, 7.1% vaccinations and 12.8% follow-ups. Daily average number of physical examination was 60.2, 5.4 vaccinations, infant, child, antenatal, women/family planning, postpartum and obesity follow-ups were 1.4; 1.6; 1.3; 4.3; 0.4 and 0.7, respectively. In Manisa, average number of follow-ups for pregnant women was 5.1, 6.9 for infants, 1.5 for 1-5 year old children, 1.6 postpartum period, and 1.0 for, 15-49 year old women. Annual average number of polyclinic visits per capita was 4.3. Seventy five point seven percent of population used policlinic services and of those 40.0% got these services 1-5 times annually. Average use of policlinic services for under age one and 65 years and older were 3.2; 7.4, respectively. According to the delivered services, necessary number of FPs was calculated as 446 in the province. Conclusions: Outpatient services constitute 80% of the workload of family physicians. This rate is higher than the rates of 76.8% in Decision Support System (DSS) 2011 Turkey and 70% in United Kingdom 2006/2007 survey data. In Manisa, family physicians examine approximately 60 persons daily. In the United Kingdom, this number is 35. Family physicians should take groups most in need of services into ccount while planning their registered population. For operational studies, evaluations of workload and performance, specific to health care workers including the personnel are needed.

4.Twenty years of academic family medicine departments in Turkey: an overview on the developmental process
Okay Başak, Dilek Güldal
doi: :10.2399/tahd.14.00016  Pages 16 - 24
Amaç: Türkiye’de aile hekimliği alanındaki akademik gelişmeler son 20 yılda tıp eğitimine ve tıp fakültelerine damgasını vurmuştur. Bu çalışmanın amacı, ülkemizde 20 yıllık geçmişe sahip akademik aile hekimliğinin bugünkü durumunu tanımlamak ve gelişim sürecini değerlendirmektir. Yöntem: Kesitsel nitelikteki bu çalışma aile hekimliği anabilim dalı başkanları ya da öğretim üyeleriyle yüz yüze ya da telefonla yapılan görüşmelerden ya da e-posta iletişimiyle (elektronik ortamda) elde edilen bilgilere dayanmaktadır. Tıp fakültelerinde bulunan 63 aile hekimlği anabilim dalından 60’ına ulaşılmış ve 58’inden bilgi elde edilmifltir. Çalışma verileri 2013 yılı Haziran ve Aralık ayları arasında toplanmıştır. Bulgular: Elli sekiz anabilim dalında 27 profesör, 56 doçent, 54 yardımcı doçent ve 40 öğretim görevlisi ya da uzman olmak üzere toplam 177 öğretim elemanı bulunmaktaydı. Kırk beş anabilim dalının başkanı aile hekimliği uzmanı idi. Anabilim dallarının 12’si aile hekimliği profesörü, dokuzu ise diğer disiplinlerden profesörler tarafından yönetilmekteydi. Aile hekimliği 45 üniversitede mezuniyet öncesi tıp eğitimine katkı vermekteydi. Otuz anabilim dalı mezuniyet öncesi tıp eğitimine klinik stajla katılırken 44 anabilim dalının kuramsal dersi bulunmaktaydı. Uzmanlık eğitimi programına sahip 43 anabilim dalında 340 asistan uzmanlık eğitimi almaktaydı. Hiçbir anabilim dalının mevcut birinci basamak sağlık hizmetleri örgütlenmesi kapsamında aile hekimliği uygulama birimleri bulunmamaktaydı. Kırk bir anabilim dalının 64’ü üniversite ortamında ve 13’ü toplum içinde olmak üzere toplam77 polikliniği vardı. Sonuç: Aile hekimliği ülkemizde 25 yılı aşan bir süredir bir tıp disiplini ve uzmanlık alanı olarak tanınmaktadır. Üniversitelerde aile hekimliğinin öğretilmesi oldukça iyi bir düzeydedir. ilk anabilim dallarının üzerinden geçen 20 yıl içinde üniversitelerdeki akademik aile hekimliği bölümlerinin nicel ve nitel gelişimi, Avrupa’da birçok ülkeyle kıyaslanabilir düzeydedir. Anabilim dallarının gelecek on yılda en önemli önceliği, akademik aile hekimliği uygulama merkezleri oluşturmak ve sahadaki aile hekimleriyle bağlarını güçlendirmek olacak gibi görünmektedir.
Objective: Academic departments of family medicine have made significant contributions to the medical schools and medical education within the last 20 years in Turkey. The aim of this study was to define the current situation of academic family medicine departments and assess their developmental aspects. Methods: This study, which is a cross-sectional survey, is based on data obtained from the head or a faculty member of family medicine departments by interviewing face to face or via telephone or by communicating on internet. Of 63 family medicine departments at universities, 60 have been reached and data have been obtained from 58 departments between June and December, 2013. Results: There were 177 faculty members in 58 family medicine departments, with 27 professors, 56 associate professors, 54 assistant professors and 40 other staff. The heads of 45 departments were specialists in family medicine. The family medicine departments were chaired by professors of family medicine in 12 universities; professors of other medical disciplines led nine departments. Family medicine was part of the undergraduate medical curriculum in 45 universities. Thirty departments had clerkship programs of family medicine in the clinical years of undergraduate medical education while 44 departments had lectures of family medicine. The specialist training in the field of family medicine was conducted in 43 medical schools at university level. None of the departments had practice within the organization of family practice (primary care settings). Forty one departments had 77 outpatient clinics, 64 of which were in the university hospital setting and 13 in the community setting. Conclusions: During the last 25 years family medicine in Turkey has been formally recognized as a medical specialty and an academic discipline. Teaching of family medicine in Turkish universities has a relatively well-established position. The development of academic family medicine departments within the last 20 years is at a level comparable with many countries in Europe. The most important priority of the family medicine departments in the next 10 years seems to establish the academic teaching practices and strengthen the relations with family physicians in family practice.

5.Another period of women’s life: menopause and its impact on quality of life
Ayşegül Uludağ, Ayşe Nur Çakır Güngör, Meryem Gencer, Erkan Melih Şahin, Emine Coşar
doi: 10.2399/tahd.14.38415  Pages 25 - 30
Amaç: Çalışmada menopoz öncesi ve menopoz dönemindeki kadınlarda menopozla ilişkili ortaya çıkan semptomların şiddeti ve yaşam kalitesine etkisinin belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Kesitsel tanımlayıcı desendeki bu çalışmaya Kadın Hastalıkları ve Doğum ve Aile Hekimliği polikliniklerine başvuran 40-65 yaş arasındaki 300 kadın alındı. Katılımcılara sosyo-demografik bilgileri içeren bir anket formunun yanı sıra, Menopoz ilişkili Semptom Ölçeği (MRS) ve SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulandı. Kadınlar, STRAW sınıflamasına göre menopoz öncesi ve menopoz dönemi olarak iki grup halinde değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya menopoz öncesi dönemde 57 (%19.0) ve menopozda 243 (%81.0) kadın katıldı. Yaş ortalaması 53.7±6.1 olan katılımcıların menopoza girme yaşı ortalaması 47.7± 4.5 idi. Menopoz öncesi dönemdeki katılımcılar (17.7±10.0) ile menopoz dönemindekilerin (16.0±8.7) MRS toplam puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Menopoz öncesi ve menopoz dönemindeki kadınların SF-36 yaşam kalitesi skorları arasında da anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Katılımcıların MRS skorlarıyla yaşam kalitesi rol güçlüğü fiziksel (rho=-0.407; p<0.001) ve rol güçlüğü emosyonel (rho=-0.378; p<0.001) skorları arasında orta derecede ters yönde bir ilişki vardı. Ağrı (rho=0,223; p=0,001) ve genel sağlık skorlarıyla (rho=0.152; p=0.039) doğrusal yönde zayıf; fiziksel fonksiyon (rho=-0.313; p<0.001), mental sağlık (rho=-0.288; p<0.001) ve sosyal fonksiyon (rho=-0.171; p=0.013) skorlarıyla ters yönde zayıf ilişkiler bulunmaktaydı. Sonuç: Kadınların menopoz öncesinde menopozla ilişkili psikolojik semptomları öne çıkmış olsa da menopoz dönemi ile arasında bir fark saptanmamıştır. Yaşam kalitesi de menopoz öncesi ve menopoz döneminde farklılık göstermemektedir. Menopoz ile ilişkili yakınmaların şiddeti arttıkça fiziksel ve emosyonel rol güçlüğü yaşam kalitesi skorları azalmaktadır.
Objective: In this study it is aimed to determine the severity of menopause-related symptoms in premenopausal and menopausal women and their impact on quality of life. Methods: In this cross-sectional descriptive study, 300 women between the ages of 40-65 admitted to departments of Obstetrics and Gynecology and Family Medicine were enrolled. A questionnaire including socio-demographic data, Menopause Symptom Scale (MRS) and the SF-36 Quality of Life Scale were administered. Women were classified into two groups as pre-menopausal and menopausal period according to STRAW. Results: There were 57 (19.00%) participants in premenopausal, 243 (81.00%) were in menopausal period. The mean age of the participants was 53.7±6.1 and the mean age at menopause was 47.7± 4.5. There was no significant difference between the MRS total score between premenopausal participants (17.7±10.0) and those of the menopause group (16.0±8.7) (p>0.05). There was no significant differences between premenopausal and menopausal women regarding the SF-36 scores (p>0.05). MRS scores and the quality of life subscores of role limitations-physical (rho=-.407, p<.001), and role limitations-emotional (rho=-.378, p<.001) had moderately inverse correlation between the participants'. Pain (rho=0.223, p=0.001) and general health scores (rho=0.152, p=0.039) had a linear weak whereas physical function (rho=- 0.313, p<0.001), mental health (rho=-.288, p<0.001) and social functioning (rho=-.171, p=.013) scores had only weak inverse correlation. Conclusions: Psychological symptoms related to menopause start prior to menopause but there is no significant difference in menopause. There is no difference regarding quality of life between premenopause and menopuse period. As the severity of symptoms associated with menopause increase, role limitations due to physical and emotional quality of life declines.

6.Patient's knowledge level about intrauterin device application
Can Öner, Binali Çatak, Berrin Telatar
doi: 10.2399/tahd.14.01365  Pages 31 - 34
Amaç: Aile Planlamas› (AP) yöntemlerindeki gelişme ve erişilebilmesindeki kolaylığa rağmen istenmeyen gebelikler halen önemli bir halk sağlığı sorunudur. Bunun en önemli nedeni yöntemlerle ilgili yeterli düzeyde bilgiye sahip olunmaması ve yöntemlerin yanlış kullanılmasıdır. Yapılan çalışmalar, yöntem seçiminde danışmanlık hizmetlerinin yeterince verilmediğini ve kişilerin bilinçli olarak yöntem seçimi yapmadıklarını göstermektedir. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma Pendik Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezi'nde 2012 yılı Mayıs-Ağustos ayları arasında RİA uygulaması için başvuran 201 ardışık kadın ile yapılmıştır. Kadınlara danışmanlık hizmeti verilmeden önce oluşturulmuş bir anket formu yüzyüze görüşme ile doldurulmuştur. Veriler SPSS 16.0 programı ile analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 32.32±7.95 idi. RİA uygulamas›na başvuran kadınların büyük çoğunluğu 10 yıl ve üzeri süredir evli idi (%66.2). Rahim içi Araç öncesi modern yöntem (Doğum kontrol hapı, kondom vs) kullananların oranı %46.3 olarak bulunmuştur. Mevcut yöntemin terk edilmesinde en önemli faktör RİA’nın daha güvenilir olmasıdır (n=141, %70.1). Öte yandan mevcut kullanılan yöntemin kondom olduğu kadınlarda eş isteği ile yöntem bırakma da önemli oranlardadır (p<0.05). Yapılan çalışmada kadınların RİA uygulaması, takibi ve kontrol aşamaları ile ilgili yeterli bilgiye sahip olmadığı görülmüştür. Sonuç: Yapılan çalışmada elde edilen bulgular RİA uygulaması için Aile Planlaması Merkezine başvuran kadınların RİA ile ilgili yeterli bilgilerinin olmadığını düşündürmektedir. Bu durum literatürdeki bilgilerle uyumludur. Kadınların RİA ile ilgili en az görülen yan etkiler hakkında bilgi sahibi olmasına karşın, etki mekanizması veya kontrol zamanları, koruyuculuğu vs gibi konularda bilgi sahibi olmaması RİA uygulamalarının seçimini kısıtlıyor olabilir. Sonuç olarak aile planlaması yöntemlerinin bilinirliğinin arttırılması için toplum temelli eğitim çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Objective: Beside the improvements in family planning methods and their accessibility, unwanted pregnancies are one of the important public health problems. Main causes of these problem are insufficient knowledge of people about family planning and misusage of methods. Many of the studies revealed that counseling services couldn’t provide adequate information about appropriate choice of methods and selection of methods are done unconsciously. Methods: This descriptive study was carried on 201 consecutive women attended to Pendik Family Planning Center during MayAgust 2012 for Intra Uterine Device (IUD) application. Before giving consultation about family planning, all members of the study were invited to complete our questionnaire face to face. Data were analyzed with SPSS 16.0 programme. Results: The mean age of the women was 32.32±7.95 years. Most of the women were married for 10 year or more (66.2%). 46.3% of the women were using modern family planning methods (oral contraceptives, preservative, etc.) before IUD. The most frequent cause to give up the present method was reliability (n=141, 70.1%) of IUD. Moreover partner’s desire was an important factor in condom users (p<0.05). In this study, it is showed that; women don’t have sufficient knowledge about the application, follow up and controlling processes of IUD. Conclusions: This study shows that women attending Family Planning Center do not have adequate knowledge about IUD. This result is in concordance with the previous studies in the literature. Although most of the women knew rare side efects of IUD, they didn't know mechanisms of action, effectivity and follow up procedures and this could be the reason of limited usage of IUD. In conclusion population based education programmes are needed for increasing the knowledge about family planning method.

7.Evaluation of polypharmacy and complementary therapy use in patients ?65 years, attending to Family Medicine Outpatient Clinic of fiiflli Etfal Training and Research Hospital
Çiğdem Taşkın Şayir, Sinem Aslan Karaoğlu, Dilek Evcik Toprak
doi: 10.2399/tahd.14.35220  Pages 35 - 41
Amaç: Kronik hastalıkların prevalansının artması nedeniyle yaşlı bireyler günümüzde daha fazla sayıda ilaç kullanmaktadır. Çalışmamızın amacı polikliniğimize başvuran 65 yaş ve üzeri hastalarda polifarmasi ve tamamlayıcı tedavi kullanım sıklığı ve bunların sosyodemografik özelliklerle ilişkisini değerlendirmektir. Yöntem: Tanımlayıcı özellikteki bu çalışlmaya, Eylül-Ekim 2012 tarihlerinde şişlli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği polikliniklerine başvuran 65 yaş ve üzeri hastalar dahil edildi. Sosyodemografik özellikleri, ilaç ve tamamlayıcı tedavi kullanım durumlarını sorgulayan bir anket formu yüzyüze uygulandı. Bulgular: Çalışlmamıza katılan toplam 100 kişinin 73’ü (%73) kadın, 27’si (%27) erkek olup yaş ortalaması 73.4±6.8 ve çoğu (%43) ilkokul mezunu idi. Kronik hastalıklardan en fazla hipertansiyon (%80), hiperlipidemi (%47), diyabet (%46), mide-barsak hastalığı (%41) mevcuttu. Yaşlıların %91’i en az bir aydır üç ve daha fazla sayıda ilaç kullanmaktaydı. Yüzde 88’i ilaçlarını kendisi içiyor, %12’si yardım alı- yordu. Yüzde 39’unun, kullandığı ilaçların yan etkisini hiç bilmediği görüldü. Katılımcıların %24’ü bazen ilaç almayı unuturken, %62.5’i ilaçlarını evde görebileceği bir yere koyuyordu. Doktor önerisi olmadan ilaç kullananlar (%33) arasında en fazla ağrı kesici içildiği (%60.6) belirlendi. Yüzde 59’u bitkisel ürünler ve karışımlar kullanıyordu ve %66,1 ile ıhlamur ilk tercihti. Katılımcıların %43’ü ek vitamin veya mineral takviyesi alıyordu. Bunların %32.6’sı (n=14) multivitamin, %30’u (n=13) kalsiyum ve D vitamini, %18.6’s› (n=8) B12 vitamini kullanmaktaydı. Öğrenim düzeyi arttıkça vitamin ve mineral takviyesi kullanımının arttığı belirlendi (p=0.003). Sonuç: Çalışmamıza katılan yaşlılarda polifarması oldukça yaygın olduğu belirlendi. Bitkisel ürünler, vitamin ve mineral desteği kullanımı özellikle eğitim düzeyi yüksek olanlarda daha fazlaydı. Destekleyici tedaviler ilaç karmaşasını artırmaktadır. Altmış beş yaş üzeri bireylerin ve yakınlarının polifarmasi konusunda doğru bilgilendirilip yönlendirilmesi uygun olacaktır.
Objective: Today, as the prevalence of chronic diseases increase, the elderly people use more drugs. The aim of our study is to evaluate the frequency of polypharmacy and complementary therapy and their relation with sociodemographic features in 65 and over age group attending to our policlinics. Methods: Patients ?65 years, applied to Family Medicine Outpatient Clinic of fiiflli Etfal Training and Research Hospital between SeptemberOctober 2012 included in this descriptive, study. To evaluate the sociodemographic features, mediciation and complementary therapy use, a questionnare was applied by face to face method. Results: A total of 100 people participated in the study; 73 (73%) were female and 27 (27%) were male and the mean age was 73.42±6.81; and the most of them (43%) were primary school graduates. As chronical diseases hypertension (80%), hyperlipidemia (47%), diabetes (46%) and gastrointestinal diseases (41%) were common in patients. 91% of the elderly were using 3 and more drugs at least for 3 months. 88% of them were taking their medicines themselves and 12% with aid. 39% of them did not know the side effects of their drugs. While 24% of the participants were sometimes forgetting to take their drugs, 62.5% of them were putting the drugs on a visible place at home. Analgesics were the most used (60.6%) drugs among the patients who use medication without a doctor recommendation (33%). 59% of them were using herbal products and lime was the first choice (66.1%). 43% of the participants were taking vitamin or mineral supplements. 32.6% (n=14) of them were using multi-vitamin, 30% (n=13) calcium and vitamin D, 18.6% (n=8) were using vitamin B12. Vitamin and mineral supplement use increased as the education level was increased (p=0.003). Conclusions: It was determined that polypharmacy was very common among elderly who were included in our study. Herbal products, vitamin and mineral supplement use were common especially in high educated patients. These complementary therapies make the drug use more complex. The informed guidance of the individuals ?65 years and their relatives on polypharmacy would be appropriate.

8.Nicotine dependence and related risk factors at individuals admitted to primary care units in Ankara Yenimahalle
Tijen Şengezer, Fazilet Sivri, Nesrin Dilbaz, Didem Sunay
doi: 10.2399/tahd.14.38247  Pages 42 - 48
Amaç: Birinci basamakta tütün bağımlılığı sıklığının değerlendirilmesi, bağımlılıkla ilişkili sosyo-demografik özelliklerin ve risk faktörlerinin belirlenmesi. Yöntem: Tanımlayıcı nitelikteki çalışma Ankara ili Yenimahalle ilçesinde bulunan iki birinci basamak sağlık kuruluşunda yürütüldü ve 01/01 /2009-10/03/2010 tarihleri arasında herhangi bir nedenle başvuran bireyler rasgele örneklem metodu ile çalışmaya dahil edildi. Katılımcıların yaş, eğitim, meslek, medeni durum, yaşadığı yer, kiminle yaşadığı, aile yapısı, geçim kaynağı, sağlık kuruluşuna başvuru nedeni, eşlik eden fiziksel ve psikiyatrik hastalık varlığı ve ailede sigara içme durumu ile ilgili bilgileri önceden hazırlanan anket formu ile elde edildi. Sigara içtiğini belirten katılımcıların bağımlılık düzeyini saptamak üzere Fagerström Nikotin Bağımlılığı Testi (FNBT) yapıldı. Bulgular: Çalışmaya yaşları 12-86 yıl arasıda değişen 451 (%45.1) erkek, 549 (%54.9) kadın olmak üzere 1000 hasta dâhil edildi. Katılımcıların sigara içme oran› %29 olup, 36-44 yaş arasında ve erkeklerde daha yüksekti (sırasıyla, p=0.001 ve p=0.001). 18 yaş altındaki katılımcılar arasında cinsiyete göre sigara içme durumunda anlamlı bir fark görülmezken (p=0.72 ), 18 yafl üstünde kadınlara göre erkeklerde daha yüksekti (p=0.001). Sigara içme oranları, yalnız yaşayanlarda (p=0.027), serbest çalışanlarda (p=0.001), geçimini geçici/gündelik işlerden sağlayanlarda (p=0.001), annesi (p=0.001), babası (p=0.001), erkek ve kız kardeşleri (sırasıyla, p=0.012 ve p=0.001), ikinci derece kadın akrabaları sigara içenlerde (p=0.04) ve herhangi bir fiziksel hastalı ğı olmayanlarda (p=0.003) daha yüksekti. Fagerström puanları karşılaştırıldığında kadınlarda bağımlılık düzeyinin daha düşük olduğu gözlendi (p=0.014). Anne, baba, kız kardeşin sigara içmesi durumunda sigara içme olasılığının sırasıyla 2.12, 1.51 ve 2.87 kat arttığı saptandı. Ayrıca sigara içme olasılığı erkek cinsiyette ve parçalanmış aile üyelerinde sırasıyla 2.16 ve 1.92 kat artmaktaydı. Sonuç: Sigara içme olasılığı ailede sigara içen olduğunda artmaktadır. Gelecek nesilleri tütün tüketimi ve tütün dumanına maruz kalmanın yıkıcı sağlık, sosyal, çevresel ve ekonomik sonuçlarından korumak için ebeveynlere ve bireyi sosyal, kültürel, ekonomik, ruhsal ve biyolojik çevresiyle birlikte ele alan aile hekimlerine ciddi görevler düşmektedir.
Objective: To assess frequency of nicotine dependence, and to determine related sociodemographic characteristics and risk factors amon patients attending primary care units. Methods: This descriptive study was conducted at two primary care units in Ankara Yenimahalle and patients attending to primary care outpatient clinics were enrolled to this study between 01/01/2009-10/03/ 2010 by random sampling regardless of their chief complaint. Information about age, education, occupation, marital status, place of residence, with whom they live, family structure, source of income, cause of admission, comorbid physical and psychiatric diseases and smoking history of other family members were obtained by pre-prepared questionnaire. Fagerström Nicotine Dependence Test (FNDT) was applied to determine dependence level of the smokers. Results: A total of 1000 patients, 451 (45.1%) male, 549 (54.9%) female whose ages were between 12-86 years were included into the study. Smoking rate of participants was 29% and it was high among 36-44 years of age and among men (p=0.001, p=0.001, respectively). While no significant difference was seen in smoking rates by sex among participants under age 18 (p=0.72 ), over age 18 smoking rates were higher in men than women (p=0.001). Smoking rates were high in patients living alone (p=0.027), self-employed (p=0.001), temporary/ causal workers (p=0.001), whose mothers (p=0.001), fathers (p=0.001), brother and sisters (p=0.012 and p=0.001, respectively) and second-degree women relatives were smoking (p=0.04) and those without any physical diseases (p=0.003). When Fagerström scores were compared, dependence level was found lower in women (p=0.014). 2.12, 1.51 and 2.87 fold increases in probability of smoking were determined in the event of smoking of mother, father and sister, respectively. Also probabilities of smoking were 2.16 and 1.92 fold increased in male gender and in members of divorced family, respectively. Conclusions: Probability of smoking increases if there is smoker in the family. Parents and family physicians who assess the individual with his social, cultural, economical, psychological and biological enviroment, have serious tasks to protect future generations from devastating health, social, enviromental and economic consequences of tobacco consumption.

OLGU SUNUMU
9.Nifedipine-induced gingival overgrowth: a case report
Makbule Neslişah Tan, Ediz Yıldırım
doi: 10.2399/tahd.14.94627  Pages 49 - 51
Nifedipin, stabil anjina pektoris ve hipertansiyon tedavisinde kullanılan kalsiyum kanal blokörüdür. ılaca bağlı dişeti büyümesine neden olabilir. Bu çalışlmada; nifedipin kullanımına bağlı dişeti büyümesi şikayetiyle kliniğe başvuran bir olgu sunulmaktadır. Olguda, büyüyen dişeti dokularında cerrahi tedaviye gerek kalmadan, nifedipin kesilerek ve ağız hijyeni eğitimi verilerek yeterli iyileşme sağlanmştır
Nifedipine is one of the calcium channel blockers used to treat hypertension and stable angina pectoris. The drug may induce gingival overgrowth. In this study, a case of gingival overgrowth induced by nifedipine is presented. It has been treated by discontinuation of nifedipine and oral hygiene instruction, without any surgical procedure for gingival overgrowth.

EDITÖRE MEKTUP
10.
Editöre Mektup

doi: 10.2399/tahd.13.58661  Page 52
Abstract

LookUs & Online Makale