ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 18 (3)
Volume: 18  Issue: 3 - 2014
KLINIK MAKALE
1.To our authors!
Ümit Aydoğan
doi: 10.15511/tahd.14.03115  Pages 115 - 116
Abstract

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.The comparison of parent’s perception on weight, appearance and appetite of their children with objective criteria
Emel Peker, Naci Topaloğlu, Erkan Melih Şahin, Ertan Eşsizoğlu, Ayşegül Uludağ, Selen Güngör, Hasret Ağaoğlu
doi: 10.15511/tahd.14.03142  Pages 142 - 148
Amaç: Ebeveynlerin çoğunun çocuklarının vücut ağırlığı ya da iştahları ile ilgili endişelerinin olması çok yaygın bir durumdur. Hekimler ebeveynlerin çocukları hakkındaki yargılarına güvenmezler. Bu çalışmada ebeveynlerin, çocuklarının vücut ağırlığı ve görünümleri hakkındaki görsel algısı ile iştahları hakkındaki yargılarının, çocuklarının ve kendilerinin beden kitle indeksi (BKİ) gibi nesnel ölçütlerle karşılaştırmalı olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine Ocak-Şubat 2012 tarihleri arasında herhangi bir yakınma ile başvuran, ortalama yaşları 6,4±2,8 (2-14 yaş arası) olan 150 çocuk ile anne veya babaları çalışmaya alındı. Ebeveyn ve çocukların BKİ değerleri ile çocukların yaşa göre BKİ persentilleri hesaplandı. Ebeveynlerden, çocuklarının iştahını nasıl değerlendirdikleri sorulup, çocuklarının görünümünü yaş grupları ve cinsiyete göre beden gelişimi için hazırlanmış zayıftan obeze değişen 7 setlik resimlerden uygun bulduklarıyla eşleştirmeleri istendi. Bulgular: Çocukların gerçek BKİ persentil aralıklarıyla karşılaştırıldığında, ebeveynlerin görseller üzerinden yaptığı eşleştirmelerde 55 (%36,7) çocuğun olduğundan daha zayıf değerlendirildiği görüldü. İki değerlendirme arasındaki fark ebeveynlerin veya çocuğun cinsiyetine göre farklılık oluşturmuyordu ve çocuğun yaşı, ebeveyn eğitimi veya BKİ değeri ile korele değildi. Sonuç: Ebeveynlerin çocuklarının vücut ağırlığı ve iştahı hakkındaki algıları ve değerlendirmeleri çocuğun durumunu nesnel olarak yansıtmamaktadır. Ebeveynlerle çocukların vücut ağırlığı ve iştahları hakkında konuşmak çocuk sağlığı danışmanlığının temel parçalarından biri haline getirilmelidir.
Objective: Parental concerns about the development and appetite of their children are common. Physicians do not trust the judgements of parents regarding their children. In this study, our aim was to assess parents’ visual perception of children’s body weight and appearance and judgement of their appetite. Then assessment results will be compared with objective criterion like body mass index (BMI) of both parents and their children. Methods: One hundred and fifty children with the average age of 6.4±2.8 (2-14) years who attended to Çanakkale Onsekiz Mart University Medical Faculty, Training and Research Hospital, Child Health and Disease Outpatient Clinics for any complaints during January and February 2012 were involved in the study. BMIs of both parents and children and BMI percentile of children for age were calculated. Parents were asked to evaluate appetite of their children and match the suitable appearance of their children with a previously constructed set of seven pictures, reflecting physical development adjusted for age and sex varying from lean to obese. Result: When we compared the real BMI percentiles of children with the visual assessments of parents, 55 (36.7%) of children were evaluated thinner than they were. The difference was not significant according to parents or gender of child and not correlated with the age of child, and education or BMI of parents. Conclusion: The perception of the parents related to their children’s physical development and appetite does not objectively reflect the development of child. Talking to parents about body weight and appetite of children should be a fundamental component of child health counseling.

3.The reasons of intrauterin device discontinuation in women applied to a family planning policlinic
Ruhuşen Kutlu, Ayşe Özlem Kılıçaslan
doi: 10.15511/tahd.14.03149  Pages 149 - 155
Amaç: Rahim içi araç (RİA) uygulaması aile planlamasında yaygın olarak kullanılan, güvenilir, ekonomik bir metottur. Bu çalışmada, bir aile planlaması polikliniğine başvuran kadınlarda RİA’yı terk etme nedenlerini ve etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışma 01.12.2012- 31.12.2012 tarihleri arasında, Konya Faruk Sükan Çocuk Hastalıkları ve Doğumevi aile planlaması polikliniğine RİA çıkarılmak üzere başvuran 18 yaş ve üstü 190 kadında yapıldı. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda geliştirilen katılanların sosyodemografik özellikleri ve RİA’yı terk nedenlerini sorgulayan bir anket formu kullanıldı. Bulgular: Katılanların yaş ortalaması 33,52±8,78 yaş (20-58) idi. Kadınların %64,2’si ilköğretim, %23.2’si ortaokul-lise mezunu ve bunların %92,1’i ev hanımı idi. Kullanılan RİA tipi %97,8 sıklıkta en fazla bakırlı RİA idi. RİA kullanımı sırasında karşılaşılan şikayetler sorgulandığında %52,6’sı RİA öncesine göre menstrüel kanama miktarının arttığını, %51,6’sı kanama süresinin uzadığını, %40,0’ı menstrüel siklusunun ağrılı olduğunu, %51,6’sı kötü kokulu akıntının, %35,8’i cinsel ilişki sırasında ağrısının olduğunu bildirdi. RİA kullanmayı terk etme nedenleri incelendiğinde; sıklık sırasıyla %34,2’si çocuk istedikleri için, %17,9’u menstrüel kanamanın uzaması, %14,2’si uterin enfeksiyon, %10,5’i RİA’nın spontan atılması nedeni ile RİA’yı terk ettiklerini bildirmişlerdi. Yaş, çocuk sayısı ve evlilik süresi arttıkça RİA’yı terk etme sıklığı da artmakta idi. Bu fark istatistiksel olarak önemli idi (p=0,001). RİA kullanma süresi ile çıkarılma nedenleri arasındaki ilişki incelendiği RİA kullanma süresi özellikle çocuk isteyen kadınlarda daha kısa süreli iken, menopozdaki kadınlarda daha uzun süreli idi (p=0,001). Sonuç: RİA kullanımının bırakılmasında çocuk sahibi olma isteği birinci neden olarak yer alırken uzun ve ağrılı menstrüel kanama, uterin enfeksiyon, RİA+gebelik olması diğer nedenler arasında yer alıyordu.
Objective: Intrauterine device (IUD) application is a widely used effective, safe and economic method for family planning. In this study, we aimed to assess the reasons of intrauterine device discontinuation in women applied to a family planning policlinic. Methods: This descriptive study was performed in a family planning policlinic with 190 women, aged 18 and older, who admitted for IUD removal between 01.12.2012-31.12.2012. Their socio-demographic characteristics and the IUD discontinuation reasons were surveyed by a questionnaire which is developed by researchers according to the literature. Results: The participants mean age was 33.52±8.78 years. Of the respondents, 64.2% had primary school, 23.2% had middle/high school education and 92.1% of them were housewives. The most frequently used IUD type (97.8%) was copper-containing intrauterine device (Cu-IUD). The complaints due to IUD use were; 52.6% increase in menstrual bleeding comparing to previous, 51.6% prolonged bleeding time, 40.0% dysmenorrhea, 51.6% foul-smelling discharge, 35.8% pain during sexual intercourse. The causes of discontinuation were; the desire to have children (34.2%), intermenstrual spotting or prolonged menstrual bleeding (17.9%), uterine infection (14.2%), spontane expulsion (10.5%) respectively. Increase in age, number of children and duration of marriage was related with higher frequency of IUD discontinuation. This difference was statistically significant (p=0.001). When we searched for the relationship between the duration of IUD use and reasons for removal, IUD using time was short in women who want child whereas it was long in menopausal period (p=0.001). Conclusion: Whilst the desire to have children was the privileged reason of IUD discontinuation, prolonged and heavy menstrual bleeding, dysmenorrhea, uterine infection, IUD plus pregnancy were the other causes.

OLGU SUNUMU
4.Esophageal ulcer development after a single dose of Doxycycline: a case report
Seher Sayın, Ruhuşen Kutlu, Serhat Sayın, Hüseyin Ataseven
doi: 10.15511/tahd.14.03156  Pages 156 - 158
İlaca bağlı özofagus ülseri literatürde sık görülmemekle birlikte yol açabileceği komplikasyonlar açısından önemlidir. Doksisiklin yeterli miktarda su ile alınmaz ise veya alındıktan kısa süre sonra yatılırsa özofagusta mukozal hasara neden olur. Bu olguda akne nedeniyle doksisiklin tedavisi başlanmış 24 yaşındaki kadın hasta sunuldu. Hasta ilacın ilk dozundan sonra retrosternal yanma, disfaji semptomlarıyla başvurdu. Yapılan üst gastrointestinal sistem endoskopisinde özofagus 1/3 orta bölümünde 2 santimetrelik bir segmentte yüzeyel ülserasyonlar görüldü. Anamnez ve endoskopik bulgularla, hastaya doksisiklin kullanımına bağlı ilaç özofajiti teşhisi konuldu. Doksisiklin tedavisi ve oral alımı kesildi. İntravenöz sıvı tedavisi, sukralfat ve lansoprazol tedavisi başlandı. İlerleyen günlerde hastanın şikâyetleri azalarak kayboldu. Olgumuzda olduğu gibi, ilacın süresinden bağımsız olarak tek doz kullanım sonrasında dahi özofageal ülser gelişebilmektedir.
Although it is not so frequent in medical literature, drug-induced esophageal ulcer is important due to its possible complications. Doxycycline can cause esophagial irritation if not taken with sufficient water or just before going to sleep. In this case report, a 24 year-old female patient who had been prescribed doxycyline for acne is presented. She was admitted with retrosternal pain and dysphagia which had started after taking the first oral dose of the drug. Endoscopic examination showed superficial ulcerations in the area of 2 cm of the mid esophagus. Based on the endoscopic findings, the patient was diagnosed as druginduced esophageal injury resulting from doxycycline treatment. Doxycycline treatment and oral intake were stopped. Intravenous fluid therapy, sucralfate and lansoprazole treatment were started. In the following days, the patient’s complaints disappeared gradually. As in our case, irrespective of the exposure duration, even after a single dose, esophageal ulcer may develop.

5.Case report: the story of schizophrenic patient from renal colic to childbearing
Burcu Kayhan Tetik, İrep Karataş Eray, Özlem Öztaş, Seval Öztürk
doi: 10.15511/tahd.14.03159  Pages 159 - 161
Şizofreni; tanımı, sınırları, klinik belirtileri ve gidişi bakımından çeşitlilik gösteren, her toplumda ve sosyo-ekonomik ortamda görülebilen ciddi bir ruhsal bozukluktur. Hastalık sıklıkla erkeklerde 15-25, kadınlarda ise 25-35 yaşlarında başlar. Çocuk doğurmanın psikiyatrik hastalığı olan kadınların sağlığını koruması ya da psikiyatrik hastalıklara yatkınlık yaratması ile ilgili çok az şey bilinmektedir. Olgumuzda kendisi ve ailesi tarafından hamile olduğu bilinmeyen ve herhangi bir gebelik takibi olmayan hastanın, sağlıklı erkek bebek dünyaya getirmesi ilginç geldiği için vakamızı paylaştık.
Schizophrenia is a serious mental disorder that shows diversity in every society and socio-economic environment in terms of its definition, boundaries, clinical symptoms and course. The peak ages of onset are 15-25 years for males and 25-35 years for females. However, very little is known regarding childbearing either it protects health of women with psychiatric disorders or predispose women to psychiatric disorders. We present our case report as we found it interesting that though the pregnancy of the patient was unknown by herself and her family and no pregnancy tracking was done, she delivered a healthy boy.

DERLEME
6.Implementation of On-Call Duty for family practice regarding to “Right to Rest” of primary care physicians
Zeynep Şişli
doi: 10.15511/tahd.14.03162  Pages 162 - 168
Bu çalışmanın amacı, aile hekimlerine nöbet yükümlülüğü getiren düzenlemelerin, çalışma süreleri ve dinlenme hakkı ile ilişkisi açısından irdelenmesidir. Yaşam hakkının en temel bileşeni olan sağlığın korunmasında, çalışanlar açısından dinlenme önemli bir ihtiyaçtır. Dinlenme, bağımlı çalışanların çalışma sürelerinin sınırlandırılması ile sağlanabilecek bir haktır. Dinlenme hakkı, çalışma süresinin sınırlandırılması mücadelesi sonucu uluslararası ve ulusal hukukta düzenlenmiştir. Aile hekimlerine getirilen nöbet yükümlülüğü, haftalık ve günlük en fazla çalışma sürelerine ilişkin düzenlemeler ışığında dinlenme hakkına etkisi açısından değerlendirilmiştir. Avrupa Çalışma Süresi Yönergesi (2003/88/EC) hükümlerini yorumlayan Avrupa Adalet Divanı kararları, hekimlerin sağlık kuruluşunda bulundukları tüm nöbet süresinin haftalık çalışma süresinden sayılması gerektiği yolundadır. Uzun çalışma süreleri, karşılaştırmalı ülke örneklerinde araştırmalarla belirlendiği üzere, hekimlerin sağlıklarını olumsuz etkilemekte ve mesleki hata endişesine yol açmaktadır. Avrupa ülkelerinde sağlık hizmetlerinin, Çalışma Süresi Yönergesi ve Avrupa Adalet Divanı kararlarına uygun olarak, en fazla haftalık çalışma süresini aşmayacak şekilde düzenlenmesi yolunda eleştiri ve çabalar sürmektedir. Türkiye’de ise aile hekimlerinin haftalık çalışma süreleri en az 40 saat olarak belirlenmiş iken, ayrıca en fazla 30 saat nöbet yükümlülüğü düzenlenerek, haftalık çalışma süresinin en az 70 saat olmasının önü açılmaktadır. Bu çerçevede, teorik kaynakların taranması yöntemi ile yapılan bu çalışmada, Türkiye’de aile hekimleri için öngörülen nöbet uygulamasının, dinlenme haklarını ihlal edici nitelikte olduğu sonucuna varılmaktadır.
The aim of this paper is to explicate the legislation about on-call duty requirement of family physicians within the context of working time and right to rest. For the protection of health as the basic compenent of right to live, rest is an important need for workers. Rest only can be provided by the way of limiting working time of employees. “Right to rest” is regulated by international and national legal rules as a result of the struggle for the limitation of working time. Legal requirement of on call duty for family physicians is evaluated in the light of regulations about maximum daily and weekly working hours regarding to the effects on right to rest. European Court of Justice decisions interpreting European Work Time Directive 2003/88/EC state that all the time period in which the doctors are ready for duty in health institution will be counted as a part of weekly working time. Long working times affect negatively workers’ health and cause them to concern about malpractice as determined through researches comparatively in different countries. The critics and efforts still go on for the regulation of working hours, keeping the total number below the maximum weekly hours in health service compatible with European Working Time Directive and European Court of Justice decisions in European Countries. But however in Turkey, weekly working time of family physicians were determined as minimum 40 hours and for on-call duty as maximum 30 hours, which means that weekly working time will possibly be at least 70 hours. In this study by the review of theoretical sources, it is concluded that the implementation of regulation about on-call duty will violate the right to rest of family physicians in Turkey.

LookUs & Online Makale