ISSN 1303-6637 | e-ISSN 1308-531X
TURKISH JOURNAL OF FAMILY PRACTICE - Türk Aile Hek Derg: 23 (4)
Volume: 23  Issue: 4 - 2019
KLINIK MAKALE
1.New issue of our journal and outstanding articles
Esra Saatçı
doi: 10.15511/tahd.19.00439  Pages 139 - 140
Abstract |Full Text PDF

ORIJINAL ARAŞTIRMA
2.The impact of medical education towards attitudes on mental disorders
Berker Duman, Burçin Çolak, Sueda Nur Özdemir, Necati Serhat Özkasap, İrem Sanem Sabahi, Mehmet Bahadır Şahinoğlu, Didar Taşçı, Mustafa Mert Tatar, Canan Ünalp, İrem Kar, Hakan Kumbasar
doi: 10.15511/tahd.19.00441  Pages 141 - 149
Amaç: Geleceğin hekimleri olan tıp öğrencilerinin ruhsal hastalıklara yönelik tutumları, sağlık sunumuyla doğrudan ilişkili olduğundan söz konusu becerilerin kazandırılması tıp eğitiminin de önemli hedefleri arasında yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, tıp eğitiminin öğrencilerin ruhsal hastalıklara yönelik tutumlarına olan etkisinin incelenmesi ve ilişkili faktörlerin saptanmasıdır. Yöntem: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitim gören 64 dönem 1 ve 64 dönem 6 öğrencisinde, Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği kullanılarak ruhsal hastalıklara yönelik tutumları karşılaştırılmıştır. Ayrıca cinsiyet, yakınında ruhsal hastalığı olmak, biyopsikososyal modele yatkınlık gibi değişkenlerle Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bulgular: Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği toplam skor ortalaması tüm örneklemde 43,62±13,55, dönem 1 öğrencilerinde 44,25±12,91, dönem 6 öğrencilerinde ise 42,98±14,24 olarak bulunmuştur. Gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (U=1891,5, p=0,456). Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği toplam skorları yakınlarında ruhsal hastalığı olanlarda 41,64±13,52, diğerlerinde ise 44,39±13,56’dır ve gruplar arasında anlamlı fark bulunamamıştır (U=1435, p=0,241). Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği çaresizlik ve tehlikeli alt ölçek skorları açısından da gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (sırasıyla U=1641, p=0,937; U=1347, p=0,101). Sadece utanma alt ölçeğinde istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (U=1305, p=0,049). Yakınında ruhsal hastalık olan dönem 1 ve dönem 6 öğrencileri karşılaştırıldığında, Ruhsal Hastalıklara Yönelik İnançlar Ölçeği toplam skor, çaresizlik ve tehlikeli alt ölçeklerinde anlamlı farklılıklar saptanmıştır (sırasıyla, U=64,5, p=0,003; U=77, p=0,012; U=67,5, p=0,004). Sonuç: Bu çalışmada, tıp eğitiminin ruhsal hastalıklara yönelik tutumlarda olumlu yönde bir etkisi saptanamamıştır. Ancak yakınlarında ruhsal hastalığı olan dönem 6 öğrencilerinin hem toplam, hem de çaresizlik ve tehlike alt ölçeklerinde, dönem 1 öğrencilerine kıyasla anlamlı olarak daha olumlu tutum sergilemeleri çalışmamızın önemli bulgularından birisidir.
Aim: Because the attitudes towards mental disorders of medical students whom could be viewed as future clinicians, directly associated with health practice; these skills and attitudes are considered as important achievements. The aim of this study is to evaluate the attitudes of medical students towards mental disorders and to examine associated factors. Method: Sixty-four grade 1 and sixty-four grade 6 medical students of Ankara University Medical School were compared towards attitudes on mental disorders by using Beliefs Towards Mental Illness Scale. Also, association with variables such the gender, having a relative with mental disorder, proneness to biopsychosocial model with Beliefs Towards Mental Illness Scale were investigated. Results: Findings: Beliefs Towards Mental Illness Scale mean total score of whole sample was 43.62±13.55, grade 1 students was 44.25±12.91 and grade 6 students was 42.98±14.24. No statistically significant difference were found between groups (U=1891.5, p=0.456). Beliefs Towards Mental Illness Scale total score with relatives having a mental disorder was 41.64±13.52 compared to total score of 44.39±13.56 without mentally ill relatives; significant difference was not found between groups (U=1435, p=0.241). Also, no statistically significant difference were found between subscales of incurability and poor interpersonal skills and dangerousness between groups (respectively, U=1641, p=0.937; U=1347, p=0.101). Only, shame subscale revealed statistically significant difference between groups (U=1305, p=0.049). When grade 1 and grade 6 students with relatives having a mental disorder compared; Beliefs Towards Mental Illness Scale total score, incurability and poor interpersonal skills, dangerousness and shame subscales, statistically significant differences were found between groups (respectively, U=64.5,p=0.003; U=77.5, p=0.012; U=67.5, p=0.004). On the other hand, 1526 people done anti-HBs; 657 (43.1%) had anti-HBs positivity. HCV test was done from 1570 people; 3 (0.2%) were positive. VDRL was done from 1565 people; VDRL positivity was detec-ted in 6 (0.4%) patients. Chest radiography was requested in 1862 and only 11 (0.6%) of the patients had fibrotic changes in favor of tuberculosis. Conclusion: In this study, no impact of medical education towards attitudes on mental disorders was detected. However, when we compared students whom have a relative with mental disorder; grade 6 students were found to be have statistically significant positive attitudes towards mental disorders than grade 1 students both in Beliefs Towards Mental Illness Scale total score and in shame and curability and interpersonal skills subscales which is one of the prominent findings of our study

3.Comparison of the results of life quality and geriatric depression scale results according to the environments of the elders
Kamil Serin, Süleyman Görpelioğlu, Cenk Aypak
doi: 10.15511/tahd.19.00450  Pages 150 - 156
Amaç: Yirmi birinci yüzyılın en önemli olgularından birisi, toplumdaki yaşlı nüfusunun giderek artmasının yanında bu nüfusun yaşam kalitesinin yükselmesidir. Biz çalışmamızda yaşlıların yaşadıkları farklı ortamlara göre yaşam kalitesi düzeyleri ve geriatrik depresyon ölçeği sonuçlarının karşılaştırılmasını amaçladık. Yöntem: Araştırmaya dahil edilen 169 birey “Huzurevinde kalanlar” “Evde tek başına veya eşiyle yaşayanlar” ve “Evde çocukları veya yakınları ile yaşayanlar” olarak 3 gruba ayrıldı. Tüm gruplara “SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği” ve “Geriatrik Depresyon Ölçeği” uygulandı. Sonuçlar SPSS ver.21 programıyla analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya katılanların %50,9’u erkek, %49,1’i kadındı. Yaş ortalaması 74,1±7,3 olarak bulundu. Araştırmaya dahil edilen yaşlıların yaşadıkları ortamlara göre SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği alt başlıkları ve Geriatrik Depresyon Ölçeği puan ortalamaları değerlendirildiğinde; “evde tek başına ya da eşiyle yaşayan” grubun Fiziksel Fonksiyon Puanı anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. “Fiziksel İçerik Özet Puanı” da “evde tek başına ya da eşiyle yaşayanlarda” istatistiksel olarak anlamlı olmasa da diğer gruplara göre yüksekti. Sonuç: Her ne kadar Türk aile yapısı ve kültüründe yaşlıların huzurevinde yaşaması olumsuz bir durum gibi algılanıyor olsa da; yaşlıların fiziksel, mental ve sosyal olarak aktifleşmelerine önem veren kurumlarda yaşamak, kendileri için de oldukça önemli katkılar sağlamaktadır.
Objective: One of the most important phenomena of the twentyfirst century is the increase in the quality of life of the population as well as the increasing number of elderly people in the society. In our study, we aimed to compare the quality of life and geriatric depression scale according to the different environments of the elderly. Methods: A total of 169 individuals included in the study were divided into 3 groups as “those living in a nursing home”, “living alone or with spouses” and “those living with children or relatives at home”. “SF-36 Quality of Life Scale” and “Geriatric Depression Scale” were applied to all groups. The results were analyzed by SPSS ver:21 program. Results: Of the participants, 50.9% were male and 49.1% were female. The mean age was 74.1 ± 7.3 years. When the mean scores of SF-36 Quality of Life Scale and Geriatric Depression Scale were evaluated according to the environments where they lived; The Physical Function Score of the group “living alone or with the spouse” was found significantly different from other groups. The Physical Content Summary Score was also higher than “those living alone or with spouses”, but this distinction was not statistically significant with other groups. Conclusion: Although in Turkish family structure and culture, elderly people living in a nursing home is perceived as a negative situation; Living in institutions that attach importance to physical, mental and social activitiy of the elderly provides important contributions for themselves.

4.The immunity of nursing services providers against vaccine-preventable diseases
Buğu Usanma Koban, Mehmet Taşkın Egici, Müge Özgül, Muhammed Mustafa Yıldız, Hilal Özkaya, Emine Zeynep Tuzcular Vural
doi: 10.15511/tahd.19.00457  Pages 157 - 164
Amaç: Sağlık çalışanları, enfeksiyonla karşılaşma ve enfeksiyonun özellikle duyarlı hasta grubuna bulaşı açısından büyük bir risk taşımaktadır. Bu bakımdan aşılanma bu meslek grubunda kritik önem arz etmektedir. Bu çalışmada, hastanemizde hemşirelik hizmetlerinde çalışan ve kurum hekimliğince sağlık taramasına katılan bireylerin aşıyla önlenebilir hastalıkların bağışıklık düzeyleri incelenmiş, hepatit, tetanoz ve grip aşısı öyküleri sorgulanmış ve sonuçları branşlara göre kategorize edilerek hemşirelerin bu konudaki bilinç düzeyinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2018 yılında çalışmakta olan ve verileri yeterli olan hemşirelerin sağlık taraması esnasında bakılmış olan hepatit A, hepatit B, kızamık, kabakulak, rubella antikor değerleri ile; kulak burun boğaz ve pediatri bölümlerinde çalışanların varicella seropozitifiği araştırılmıştır. Hepatit A ve B, tetanoz, grip aşısı öyküleri taramada kullanılan formdaki beyanları dikkate alınarak kaydedilmiştir. Sonuçlar, yaş grupları ve çalıştıkları birimlere göre karşılaştırılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Hastanemiz kurum hekimliğinde dosyaları bulunan 214 hemşirenin 79’u dahili branşlarda, 84’ü cerrahi branşlarda, 17’si yoğun bakım ve palyatif bakım servisinde, 202si acil serviste, üçü diyaliz ünitesinde ve kalan 11 kişi idari birimde çalışıyordu. AntiHBsIgG 209’unda (%97,7) pozitifti ve bunların 12’si, (%5,6) doğal bağışıktı. AntiHAVIgG ise 111 kişide (%51,9) pozitif bulundu. 112 (%52,3) kişi tetanoz aşısı yaptırmıştı fakat 49 kişi (%22,9) aşılanma durumunu bilmiyordu. Tetanoz aşısı olanların %41,96’sı dahili, %41,07’si cerrahi bölümlerde, %6,25’, yoğun bakım ve palyatif servisinde ve %7,14’ü acil servislerde çalışıyordu. Kızamık-kızamıkçıkkabakulak aşısı olduğunu belirten 208 kişi olup bunların üçünde rubella IgG, dokuzunda kabakulak IgG ve 20’sinde kızamık IgG negatif bulundu. Hepatit B açısından seropozitif olanlardan 70 kişi (%32,71) cerrahi branşlarda, endoskopi ünitesinde ve ameliyathanede, 77 kişi (%35,98) dahili branşlarda ve polikliniklerde, dört kişi (%1,86) diyaliz ünitesinde, 19 kişi (%8,87) acil serviste ve 16 kişi (%7,47) hastayla ve ona ait materyalle temas etmeyen idari bölümlerde görev yapmaktaydı. Genel seropozitiflik yüzdelerine bakıldığında bireylerin tetanoz ve hepatit A yönünden bağışıklık yüzdeleri; hepatit B ve kızamık-kızamıkçık-kabakulak yüzdelerine göre anlamlı olarak düşüktü (p<0,05). Sonuç: Aşılanma hem mesleki maruziyet hem de hastaların korunması bakımından büyük önem taşımakla beraber halen sağlık çalışanları tarafından göz ardı edilebilen bir önlemdir. Riskli birimler başta olmak üzere geniş çaplı taramalarla immünizasyon düzeyinin belirlenmesi ve sağlık çalışanlarının aşılama hakkında bilinçlendirilmesi faydalı olacaktır.
Objective: Health care workers are under a major risk of encountering with an infection of any kind and as well transmitting that infection especially to the susceptible patients group. Therefore, vaccination is of vital importance for that kind of occupational group. In this present study, immunity levels, against vaccine-preventable diseases, of the personnel, who are providing nursing services in our hospital and who have undergone the medical screening by personnel health care department, were examined; their hepatitis, tetanus and influenza vaccines histories were questioned and the results were categorized by branches. In so doing, determining consciousness levels of the nurses on the subject at issue is intended. Methods: In 2018, at Haydarpaşa Numune Training and Research Hospital, of the staff member nurses with sufficient data, hepatitis A, hepatitis B, measles, mumps and rubella antibody values derived from the medical screening, and of the personnel serving in otorhinolaryngology and pediatrics services, varicella seropositiveness were examined. Hepatitis A, hepatitis B, tetanus and influenza vaccines histories were recorded paying regard to their statements in the forms filled in by them during the medical screening. The results were analyzed comparing between age brackets and departments they are providing service in. Results: Out of 214 nurses whose files were available at personnel health care department of our hospital; in internal branches 79 nurses, in surgical branches 84 nurses, in intensive care and palliative care units 17 nurses, in emergency departments 202 nurses, in dialysis unit 3 nurses and in administrative unit the remaining 11 nurses were providing service. AntiHBsIgG was positive for 209 nurses (97,7%) and 12 of them (5,6%) had natural immunity. AntiHAVIgG was positive for 111 nurses (51,9%). 112 nurses (52,3%) had tetanus vaccination; however 49 nurses (22,9%) did not know whether they were vaccinated or not. Of the nurses who had tetanus vaccination; in internal branches 41,96%, in surgical branches 41,07%, in intensive care and palliative care units 6,25% and in emergency departments 7,14% were providing service. There were 208 nurses who had declared that they had measles, mumps and rubella vaccination. However 3 of them had rubella IgG negative, 9 of them had mumps IgG negative and 20 of them had measles IgG negative. Out of 70 nurses who were seropositive regarding hepatitis B; in surgical branches, endoscopy unit and operating room 70 nurses (32,71%), in internal branches and outpatient clinics 77 nurses (35,98%), in dialysis unit 4 nurses (1,86%), in emergency departments 19 nurses (8,87%) and in administrative units, where there is contact neither with patients nor with any belongings of patients,16 nurses (7,47%) were providing service. Regarding percentages of seropositiveness in general, percentages of nurses’ tetanus and hepatitis A immunity were far below than the percentages of their hepatitis B and measles, mumps and rubella immunity (p<0,05). Conclusion: Although vaccination is of vital importance regarding occupational exposure as well as protection of the patients’ health, it is a preventive measure that is still neglected by the health care providers. Particularly in the departments at risk, determination of immunization level by wide scale medical screenings and raising awareness of health care providers on vaccination will be beneficial.

DERLEME
5.‘Educational Family Health Centers’ in Family Medicine Resident Training Experience of Şişli Hamidiye Etfal Training and Research Hospital
Mehmet Taşkın Egici, Yağmur Gökseven, Güzin Zeren Öztürk, Elif Serap Esen, Dilek Toprak
doi: 10.15511/tahd.19.00465  Pages 165 - 175
Aile hekimliği uzmanlık eğitimi Türkiye’de 1984 yılında başlamıştır. 2010 yılına kadar aile hekimliği uzmanlık öğrencilerinin 3 yıllık eğitim sürecinin tamamı klinik rotasyonlardan oluşmaktayken; 2010 yılından bu yana belirtilen amaçları uygulayabilmek ve yeterlilikleri kazanabilmek için, 18 ay klinik rotasyon, 18 ay ise saha eğitimi olacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Saha eğitiminin ihtiyacını karşılamak üzere Sağlık Bakanlığı tarafından 2014 yılında ‘Eğitim Aile Sağlığı Merkezleri’’ (E-ASM) kurulmasıyla ilgili mevzuat çıkarılmıştır. Aile hekimliği uzmanlığı saha eğitiminde önemli bir boşluğu doldurması beklenen E-ASM’lerin eğitim hizmetinin yanında diğer aile sağlığı merkezlerinin verdiği hizmetleri vermesi de beklenmektedir. E- ASM’lerin sayısı halen yetersiz olup arttırılması için eğitim kurumlarının farkındalığının artırılması, malzeme temini, tadilat ve tamirat ihtiyaçlarının kolaylaştırılması gerekmektedir. Sağlık Müdürlükleri tarafından alt yapının oluşturulması ve destek personelinin sağlanması; Aile hekimliği eğitim kurumları tarafından ise eğitici görevlendirilmesi ve eğitim görecek uzmanlık öğrencisi planlanması alternatif olarak düşünülmelidir. Nüfus kaydının ve hizmet planlamalarının asistan eğitimine imkân verecek şekilde düzenlenmesi, görev yapacak eğitici, asistan ve diğer personelin ödemelerinin hak kaybına neden olmayacak şekilde yapılandırılması, sahada yapılacak araştırmalarla ilgili izin süreçlerinin kolaylaştırılması gerekmektedir. Bu yazıda Sağlık Bilimleri Üniversitesi Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Kliniği’ne bağlı olarak 2016 yılı Ağustos ayı itibariyle iki ayrı binada hizmet vermeye başlayan iki ayrı E-ASM’nin açılması ve işletilmesiyle ilgili deneyimler paylaşılarak sürecin iyileştirilmesine katkı sunulması amaçlanmıştır.
Family medicine residency training began in 1984 in Turkey. Until 2010, 3-year education process of family medicine residency students consisted of clinical rotations. Since 2010, in order to implement the stated objectives and gain the qualifications, 18 months of clinical rotation and 18 months of field training have been arranged. In order to meet the need for field training, the Ministry of Health issued legislation on the establishment of Education Family Health Centers (E-FHC) in 2014. It is expected that the E-FHCs, which are anticipated to fill a significant gap in family medicine speciality field training, in addition to educational services they have to provide services provided by other family health centers. The number of E-FHCs is still insufficient and to increase it, the awareness of educational institutions should be increased, material procurement, modification and repair needs should be facilitated. The establishment of infrastructure by the Health Directorates and the provision of support staff, as well as the planning of the trainer by the family medicine education institutions and the planning of the specialist for the training should be considered as an alternative. It is necessary to arrange population registration and service planning in a way that will allow residence training, to make trainers, residences and other personnels to be employed in such a way that they do not cause any loss of right, and to facilitate the process of permits related to the researches in the field. In this paper, it is aimed to contribute to the improvement of E-FHC process by sharing the experiences about opening and operating of two separate E-FHCs of the Health Sciences University Şişli Hamidiye Etfal Training and Research Hospital Family Medicine Clinic which started to serve in two buildings as of August 2016.

6.Medication use during breastfeeding
Yusuf Cem Kaplan, Nusret Uysal, Elif Keskin Arslan, Selin Acar, Cemre Harvey
doi: 10.15511/tahd.19.00476  Pages 176 - 185
Emzirme dönemi sadece sağlıklı kadınları ilgilendiren bir durum değildir. Annenin emzirme dönemi öncesinde var olan ve yeni ortaya çıkan hastalıklarının tedavisi için ilaç kullanımı gerekebilir. Hem anne hem bebek için sayısız faydası olan emzirmenin devamlılığını korumak ise kritik öneme sahiptir. Emzirme döneminde ilaç kullanımının bebek üzerinde olası advers etkileri ile ilgili endişeler nedeniyle annenin tedavisiz kalması, anne ve bebek açısından istenmeyen kalıcı olumsuzluklara neden olabilir. Emzirme döneminde annenin ilaç tedavisi alması gereken durumlarda annenin emzirmeye devam edip edemeyeceği kanıta dayalı risk-fayda analizi ile değerlendirilmeli, bulunan kanıtlar akılcı ve şeffaf bir şekilde yorumlanmalıdır. Çoğu ilaç anne sütüne geçtiği için, emzirme döneminde ilaç kullanımı ile ilgili asıl soru ilacın anne sütüne geçip geçmediği değildir. Asıl soru ilacın anne sütüne geçen miktarının bebekte ciddi ya da şiddetli bir advers etkiye yol açma ihtimalinin olup olmadığıdır. Emziren annede ilaç seçimi her bireyde ayrı değerlendirilmesi gereken ve içinde birçok faktörü barındıran bir süreçtir. Göreceli bebek dozu %10’un altında olan, kısa yarılanma ömürlü, proteine yüksek oranda bağlanan, oral emilimi ve yağda çözünürlüğü düşük ilaçlar tercih edilmelidir. En az bunlar kadar önemli bir diğer seçim kıstası ise seçilecek ilaca dair emzirme döneminde yapılmış olan gözlemsel çalışmalardır. Bu tür çalışmalarda hakkında olumsuz veri olmayan ilaçlar öncelikli olarak tercih edilmelidir.Bu derlemede emzirme döneminde ilaç kullanımına dair genel yaklaşımların gözden geçirilmesi ve kanıta dayalı risk-fayda analizinin nasıl yapılması gerektiği klinik pratiğe uygun şekilde sunularak, bu konudaki bilgi ve farkındalığın arttırılması amaçlanmıştır.
Breastfeeding period is not only a concern of healthy women. Pharmacotherapy for the treatment of mother’s newly diagnosed and/or current diseases may be required. Ensuring the continuation of breastfeeding, which has tremendous benefits for both mother and baby, is critical. Witholding the appropriate treatment due to the concerns regarding possible adverse effects of medications on the infant may lead to other detrimental consequences for both. If medication use cannot be avoided, an evidence-based assessment should be done in order to evaluate whether the mother can breastfeed during pharmacotherapy. The available evidence should be interpreted in a rational and clear manner. Because the majority of the medications are transferred into breast milk, the principal question should not be whether the medication is transferred into breast milk but whether the present amount in the milk would cause severe or serious side effects. The choice of a medication for the breastfeeding mother is a process which is influenced by several factors and should be conducted in an individualized manner. In general, medications with a relative infant dose less than 10%, higher protein-binding, lower oral bioavailability and liposolubility, and shorter half-lives should be preferred. Another important selection criteria is the presence of safety data in observational studies conducted during the breastfeeding period. In this review we aimed to examine the general approach to medication use during breastfeeding by particularly focusing on how to conduct the evidence-based risk-assessment in clinical practice, in order to increase the knowledge and awareness of clinicians’ in this regard.

OLGU SUNUMU
7.Unilateral periocular hemorrhage caused by flurbiprofen: A rare drug side effect
Zeyneb İrem Yüksel Sanduz, Aclan Özder
doi: 10.15511/tahd.19.00486  Pages 186 - 190
Non-steroidal anti-inflamatuar ilaçlar birçok endikasyonda sıklıkla kullanılmaktadır. Bu ilaçların nadir görülen yan etkileri de bilinmelidir. Bu çalışmada 100 mg oral flurbiprofen alımından sonra gelişen tek taraflı perioküler kanama ile başvuran 50 yaşında bir kadın olguyu sunmayı amaçladık. Hastanın oftalmik muayenesinde saptanan perioküler kanamaya neden olabilecek olası tanıları ayırt edebilmek için bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme yapıldı. Hastada travma öyküsünün olmadığı ayrıntılı olarak sorgulandı. Görüntülemelerde sadece sol göz ve çevresinde yumuşak doku ödemi mevcuttu. Laboratuvar değerlerinden laktat dehidrogenaz ve c-reaktif proteinde hafif yükseklik dışında herhangi bir anormal bulgu saptanmadı. Hastaya semptomatik olarak tedavi planlandı ve hastanın kontrol muayenesinde biyokimyasal ve hematolojik parametreleri normal olarak tespit edildi. Perioküler kanama gerilemişti. Kanamalı cilt lezyonları flurbiprofenin nadir bir ilaç yan etkisi olarak akılda tutulmalıdır.
Non-steroidal anti-inflammatory drugs are often used in various indications. The side effects of these drugs are also must well known. In this study, we aimed to present a case report of a 50-year-old female with unilateral periocular hemorrhage after taking 100 mg oral flurbiprofen. Computerized tomography and magnetic resonance imaging were performed to distinguish differential diagnosis causing periocular hemorrhage on ophthalmic examination. The absent of all kind of trauma was questioned in detail. In the imaging, only soft-tissue edema around the left eye was observed. Laboratory values were normal except a mild elevation of the lactate dehydrogenase and c-reactive protein. Symptomatic treatment was planned. In the follow-up visit; control biochemical and hematologic parameters were normal. Periocular hemorrhage was regressed. Hemorrhagic skin lesions should be kept in mind as a rare drug side effect of flurbiprofen.

LookUs & Online Makale