1. | Cover Page I |
2. | Advisory Board Pages II - III |
3. | Contents Page IV |
4. | Instructions for Authors Pages V - VII |
5. | Editorial Page VIII |
ORIGINAL RESEARCH | |
6. | The Number of Chronic Diseases of Elderly People and Their Visits to a Family Health Centre: A Single Unit Retrospective Study Abdulkadir Kaya, Zerrin Gamsızkan doi: 10.54308/tahd.2022.22932 Pages 1 - 5 Amaç: Bu çalışmanın amacı, bir aile hekimliği birimine kayıtlı 65 yaş üstü bireylerin kronik hastalık sayıları ve aile hekimine kronik hastalık ilişkili başvuru sıklığını incelemektir. Yöntem: Çalışma retrospektif olarak tasarlanmış olup, 2013-2020 yılları arasında bir aile hekimliği birimine kayıtlı 65 yaş üstü hasta verileri taranmıştır. Çalışmada hastalar; yaş, cinsiyet, aile hekimliği birime tüm başvuruları, yıllık başvuru sayıları, kronik hastalık sayıları açısından incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya 456 hasta dâhil edildi. Hastaların %55,7’si (n=254) kadın, %44,3’ü (n=202) ise erkekti. Hastaların yaş ortalaması 73,24±6,47 olarak hesaplandı. Dört yüz yirmi hastada en az bir kronik hastalık tanısı varken, 36 hastada kronik hastalık tanısı yoktu. Hastaların bu aile hekimliği birimine ortalama 7,28±2,21 yıldır kayıtlı oldukları görüldü. Hastaların %85,7’si (n=391) son 1 yıl içinde en az bir kere başvurmuşken, %1,8’i (n=8) hiç başvuru yapmamıştı. Kronik hastalık sayısı ile yıllık ortalama başvuru sayısı arasında pozitif yönde anlamlı orta derecede korelasyon izlendi (p<0,001; r=0,422). Kronik hastalık sayısı ile toplam başvuru sayısı arasında pozitif yönde anlamlı kuvvetli korelasyon izlendi (p<0,001; r=0,687). Sonuç: Altmış beş yaş üstü bireyler, sahip oldukları kronik hastalıkları ile orantılı olarak sağlık hizmeti talebi ile aile hekimliği birimine sık ve düzensiz başvuru yapmaktadırlar. Aile hekimlerinin 65 yaş üstü bireylere kronik hastalıklarının düzenli takibi açısından rehberlik etmesi gerekmektedir. Objective: The aim of this study is to determine the number of chronic diseases of individuals over 65 years of age enrolled in a family medicine unit and the frequency of chronic disease-related referrals to the family doctor. Methods: The study was conducted retrospectively and the data of patients over 65 years of age registered in a family medicine unit between 2013-2020 were scanned. Patients were evaluated in terms of age, gender, all applications to family medicine unit, annual number of applications, and the number of chronic diseases. Results: 456 patients were included in the study. 55.7% (n = 254) of the patients were female and 44.3% (n = 202) were male. The mean age of the patients was 73.24 ± 6.47 years. While 420 patients had at least one chronic disease, 36 patients had none. While 85.7% (n = 391) of the patients applied at least once in the last year, 1.8% (n = 8) never applied. A moderate positive correlation was observed between the number of chronic diseases and the annual average number of admissions (p <0.001; r = 0.422). A strong positive correlation was observed between the number of chronic diseases and the total number of admissions (p <0.001; r = 0.687). Conclusion: Individuals over the age of 65 make frequent and irregular applications to the family medicine unit with the demand for health care in relation to the number of their chronic diseases. Family physicians should guide individuals over the age of 65 in terms of regular follow-ups of their chronic diseases. |
7. | Fifth and Sixth Grade Medical Faculty Students’ Awareness About Melanoma: A Descriptive Study Hilal Aksoy, Derya Demir Uyan, Kübra Dağcıoğlu, Merve Durmuş, Emre Sarı, İzzet Fidancı, Duygu Ayhan Başer, Mustafa Cankurtaran doi: 10.54308/tahd.2022.29392 Pages 6 - 11 Amaç: Melanom çok hızlı ilerleyen ve metastazlarla kısa sürede ölüme neden olabilen bir malignitedir. Erken teşhis ve geniş eksizyon %98’e yakın 5 yıllık sağkalım oranı ile ilişkilidir. Bu çalışmada amacımız; Tıp Fakültesi öğrencilerinin kendi kendine cilt muayenesiyle erken teşhis edilebilecek melanom hakkında farkındalıklarını artırmaktır. Yöntem: Araştırmamız tanımlayıcı tipte bir çalışmadır Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne 2020 Eylül-Kasım ayları arasında başvuran Tıp Fakültesi 5. ve 6. sınıflarda öğrenim gören çalışmaya katılmaya gönüllü öğrenciler çalışmaya dâhil edildi. Katılımcılara sosyodemografik özellikleri, melanom risk faktörleri, farkındalığı ve bilgi düzeylerini ölçmeye yönelik 21 sorudan oluşan anket uygulandı. Bulgular: Çalışmaya %61,9’u (n=108) kadın, %38,1’i (n=68) erkek olan 176 kişi dâhil edildi. Katılımcıların %88,1’i 22-25 yaş aralığında idi (min: 20- maks: 31); %57,4’ü (n=101) altıncı sınıf, %42,6’sı (n=75) beşinci sınıf öğrencisiydi. Ailede cilt kanseri öyküsü olan kişilerin ve melanomdan şüphelenip doktora başvuran kişilerin “Melanomun karakteristik özellikleri nedir?” sorusuna verdikleri doğru yanıt oranı anlamlı derecede yüksek çıkmıştır (sırasıyla p=0,007, p=0,001). Aynı soruya çili olan kişilerin doğru yanıt verme oranları da anlamlı derecede yüksektir (p=0,025). Sonuç: Tıp Fakültesi öğrencilerinde melanomun önlenmesi ve erken teşhisi konusunda yeterli farkındalık mevcut değildir. Bu sonuç yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Objective: Melanoma is a rapidly progressing malignancy that can cause death in a short time with metastases. Early diagnosis and large excision are associated with a 5-year survival rate of 98%. Our aim in this study is; to increase awareness of the Medical Faculty students’ about melanoma that can be diagnosed early with self-skin examination. Methods: Our study is a descriptive study. The 5th and 6th grade students of the Medical Faculty who applied to the Family Medicine outpatient clinics between September and November 2020, were included in the study. A questionnaire consisting of 21 questions was applied to the participants to assess sociodemographic characteristics, melanoma risk factors, awareness and level of knowledge. Results: One hundred seventy six individuals, 61,9% (n=108) female and 38,1% (n=68) male, were included in the study. 88,1% of the participants were between the ages of 22-25 (min: 20- max: 31). 57,4% (n=101) were 6th grade students and 42,6% (n=75) were 5th grade students. It was seen that students with a family history of skin cancer and students who were suspected of having melanoma and consulted a doctor, the rate of correct answers to the question; “What are the characteristics of melanoma?” was found to be significantly higher (p=0,007, p=0,001, respectively). The rate of correct answers to the same question was also significantly higher (p=0,025) in individuals with freckles. Conclusion: Medical Faculty students were not aware enough about the prevention and early diagnosis of melanoma. This result indicates the need for new approaches in education. |
8. | The Effect of Pregnancy School Training on Fear of Birth Bahadır Yazıcıoğlu, Erdinç Yavuz doi: 10.54308/tahd.2022.98608 Pages 12 - 16 Amaç: Gebelik, neşeli ve eğlenceli bir süreç olduğu gibi şiddetli korkulu bir süreç olarak geçebilir. Gebelerin önemsenmesi gereken yüksek oranlarda doğum korkusu yaşadıkları, bu korkuya bağlı doğum tercihi değişikliği ve doğumsal komplikasyon görülme olasılığında artış olduğu bilinmektedir. Prenatal gebe eğitimleri bu süreçteki korkunun azalmasına daha sağlıklı bir doğum süreci yaşanmasına olanak sağlayabilir. Bu çalışmada, gebelik okulu eğitimlerinin doğum korkusu üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Yöntem: Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Doğum Kliniği’ne bağlı gebe okulunda yürütülmüştür. Wijma-A doğum öncesi doğum beklentisi ölçeği (W-DEQ) gebe okuluna başvuru yapan ve çalışmaya katılmayı kabul eden gebelere eğiticiler tarafından yüz yüze görüşme metoduyla uygulanmıştır. Gebelere hastane bünyesinde çalışan gebelik okulunda halihazırda uygulanmakta olan 4 haftalık yapılandırılmış eğitim programı ile gebelik, doğum, anne sütü ve lohusalık gibi konularda eğitim verilmiştir. Bulgular: Çalışma 124 kişi ile yürütülmüştür. Ortalama yaş 27,13±5,07’dir. Eğitim öncesi doğum beklentisi W-DEQ skoru 76,88 eğitim sonrası W-DEQ skoru 48,78 olarak saptanmıştır. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,001). Daha önce geçirilmiş sezaryenle doğum yapmış olma öyküsü eğitim müdahalesi sonucunda W-DEQ skoru değişimi üzerinde anlamlı fark oluşturmaktadır (p=0,048). Yaş, ilk gebelik yaşı, daha önce düşük yapma öyküsü, planlı gebelik, daha önce gebelik ile ilgili eğitim almış olma ve eğitim durumu ise W-DEQ skoru değişimi üzerinde anlamlı farka neden olmamıştır. Sonuç: Çalışmamızda, doğum öncesi gebelerin büyük kısmı şiddetli derecede doğum korkusu yaşadığı gösterilmiştir. Eğitim müdahalesi algılanan doğum korkusunu azaltmaktadır. Objective: Pregnancy can be a joyful and enjoyable process as well as a severe fearful experience. It is known that pregnant women experience high rates of fear of delivery, which should be taken into consideration, and there is an increase in the possibility of birth preferences and congenital complications due to this fear. Prenatal pregnancy training can reduce fear and enable a healthier birth process. Methods: The study was carried out in Samsun Training and Research Hospital Gynecology and Obstetrics Clinic. The Wijma-A prenatal birth expectancy scale (W-DEQ) was applied to pregnant women in our pregnancy school who accepted to participate in the study using face-to-face interview method. Results: The study was conducted with 124 pregnant women. Average age was 27,13±5,07. The pre-education birth expectancy W-DEQ score was 76,88 and the post-education W-DEQ score was 48,78. The difference was found to be statistically significant (p<0,001). Only the history of previous cesarean delivery showed a significant difference in Wijma score as a result of the educational intervention (p=0,048). Age, first gestational age, abortus history, planned pregnancy, previous education about pregnancy and education level did not cause a significant difference on the change in W-DEQ score. Conclusion: Our results have shown that most of the prenatal pregnant women experienced severe fear of birth. Education intervention reduced perceived fear of childbirth. |
9. | Evaluation of the Relationship Between the Communication Skills of Family Physicians and their Approach to the Patient Özlem Aynaoğlu Hakverdi doi: 10.54308/tahd.2022.58561 Pages 17 - 24 Amaç: Bu araştırma, aile sağlığı merkezlerinde çalışan, aile hekimliği 1. aşama uyum eğitimine katılmış olan hekimlerin iletişim becerileri düzeyini belirlemek ve hastaya yaklaşımlarıyla iletişim becerileri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmada bazı sosyodemografik, hekim ve hasta ile ilişkili değişkenlere göre iletişim becerilerinin anlamlı bir farklılık yaratıp yaratmadığı da araştırılmıştır. Yöntem: Araştırmanın evrenini Ankara ilinde aile hekimlerine yönelik Mart 2015- Mart 2016 tarihleri arasında Halk Sağlığı Kurumu tarafından düzenlenen eğitimlere katılan hekimlerin tamamı oluşturmuş olup, 745 hekim çalışmaya alınmıştır. Düzenlenen eğitime katılan hekimler ile yüz yüze görüşülerek anket formu uygulanmıştır. Araştırmada, araştırmacı tarafından oluşturulan kişisel bilgi formu, hastaya yaklaşımla ilişkili sorular ve Korkut İletişim Ölçeği’nin 20 ifadeyi içeren kısa formu kullanılmıştır. Verilerin analizinde Kolmogorov Smirnov, Histogram, Independent samples t test, ANOVA, Games-Howell ya da Tukey post hoc testleri ve Spearman rho korelasyon analizi kullanılmıştır. Bütün analizlerde SPSS.23 programı kullanılmış ve anlamlılık düzeyi olarak p<0,05 değeri kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışma aile hekimlerinin iletişim becerilerinin oldukça yüksek olduğunu göstermiştir (X: 100,14). İletişim becerileri puanlarının bazı sosyodemografik değişkenlerle karşılaştırıldığında; çalışma süresi, cinsiyet, ekonomik durum, medeni durum, çocuk sayısı gibi değişkenlerle anlamlı bir şekilde farklılaşmadığı (>0,05) ancak, yaş, hekimlerin sosyal etkinliklere katılma durumu, günlük yaşantılarında diğer kişilerle ilişkilerinde güçlük yaşayıp yaşamama durumu ve hasta ve aileleriyle iletişim sorunu yaşayıp yaşamama durumuna göre anlamlı bir şekilde farklılaştığı bulunmuştur ( p<0,001). Sonuç: Hekimlerin mevcut iletişim becerileri yüksek olmakla birlikte, mezuniyet öncesinden başlayarak, iletişim güçlükleri ve etkili iletişim tekniklerine yönelik uygulamalı eğitime eğitim programlarında ağırlık verilmesi önerilmektedir. Objective: This study was conducted to determine the level of communication skills of physicians working in family health centers who attended family medicine 1st stage adaptation training, and to evaluate the relationship between their approach to patients and their communication skills. It was also investigated whether communication skills made a significant difference according to some socio-demographic, physician and patient-related variables. Methods: The population of the study consisted of all the physicians who participated in the trainings for family physicians organized by the Public Health Institution between March 2015 and March 2016 in the province of Ankara, and 745 physicians were included in the study. The physicians were interviewed using a questionnaire form. In the study, the question form created by the researcher, and the Korkut Communication Scale containing 20 expressions were used. Kolmogorov Smirnov, Histogram, Independent samples t test, ANOVA, Games-Howell or, Tukey post hoc tests and Spearman rho correlation analysis were used to analyze the data. SPSS.23 program was used in all analyzes and p <0.05 value was accepted as the level of significance. Results: This study showed that the communication skills of family physicians were quite high (X: 100.14). When communication skills scores are compared with some socio-demographic variables; It does not differ significantly with variables such as working time, gender, economic status, marital status, number of children (> 0.05), but it was found that it significantly differ according to age, physicians’ participation in social activities, whether they experience difficulties in their daily relationships with other people, and whether or not they have communication problems with patients and their families (p <.001). Conclusion: Although physicians’ current communication skills are high, it is recommended to focus on practical training for communication difficulties and effective communication techniques in training programs, starting from pre-graduation. |
CASE REPORT | |
10. | A Case of Contact Dermatitis due to Disinfectant Use in COVID-19 Pandemic İzzet Fidancı, Bilal Bulut, Hilal Aksoy, Duygu Ayhan Başer, Mustafa Cankurtaran doi: 10.54308/tahd.2022.30092 Pages 25 - 27 İnflamatuar cilt hastalığı olan egzamanın etiyolojisinden sorumlu birçok etken/neden bulunmakta olup, COVID-19 pandemi döneminde el egzaması etiyolojinin en sık nedeni dezenfektan kullanımı ile kontakt dermatit olarak karşımıza gelmektedir. Pandemi kısıtlamaları ve bulaş riskinden dolayı sağlık kuruluşlarına başvurulardaki azalmalar egzama gibi deri hastalıkları tedavilerinde de gecikmelere ve dolayısıyla da lezyonlarda büyümeler şekilde karşımıza gelmesine neden olabilmektedir. Bu makalede, pandemi nedeniyle dezenfektan kullanımına bağlı olarak gelişmiş ve de pandemi kısıtlamaları nedeniyle geç tedavi alabilmiş egzama olgusu sunulmuştur. There are many factors/causes responsible for the etiology of eczema, which is an inflammatory skin disease, and the most common cause of hand eczema etiology in the COVID-19 pandemic period is contact dermatitis with the use of disinfectants. Due to the restrictions of pandemics and the risk of transmission, the decrease in applications to health institutions may cause delays in the treatment of skin diseases such as eczema and thus, growth in lesions. In this case report, a case of eczema that developed due to the use of disinfectants due to the pandemic and was treated late due to pandemic restrictions is presented. |